Annem-babam ve diğer bazı akrabalarla arabaya binip şehirden ayrılıyoruz. Ana yoldan yaklaşık bir kilometre gittiktenten sonra köy yoluna sapıyoruz. Güneş tam tepede duruyor. Köylüler çalışıyor. Ekinler biçilmiş, patozla ayrışma işlemi yapılıyor yer yer. Havada saman taneleri uçuşuyor. Güneş parlatıyor sayısız saman çer çöpünü. Küçükken o heyecanın ve alabildiğince sıcaklığın içindeydim.
Erik bahçemiz ilişiyor gözüme uzakta. Sadece o varmış gibi diğer herşey bulanıklaşıyor gözümde. Yeşil ve ekşi elmaları, o kapkara ve yiyene mutluluk veren böğütlenleri, salkım salkım ve uzun taneli üzümleri ve onların herbirinin o anlatılamaz lezzetleri ve verdiği mutlulukları canlandırıyorum hayalimde.
Ve karşımda kaybolan ihtişamıyla bir kısmı yıkık dükük köyüm. Mini bir saraydan farksız; bütün ovayı görebilen evimiz, doğduğum yer. Gözlerimin buğulandığını farkediyorum. Damlaların süzülmesüne engel olamıyorum. Arabadan iniyoruz yanlız ve heyecanla herkesten önce çıkıyorum rampadan eve ulaşmak için. İçeriye girmeden durup şöyle bir bakıyorum; gözümü açtığım dünyaya. Yavaştan çıkıyorum çatlamış merdivenleri. Sanki göğün basamaklarını çıkıyorum. Birinci avluda bir daha duruyorum ve birer damla yaş daha dökülüyor gözlerimden. İnanılmaz bir ferahlık geliyor ve hayat doluyorum. Bu hayattan mahrum bıralıp terk edilmiş, yerli yerinde yıllara meydan okumuş kesme taşlardan yapılan evimizin avlusunda. İyice baktıktan sonra çıkıyorum ve önümde koskocaman bir ova:hava sımsıcak, yer buharlaşıyor gibi uzaklarda. Ilık bir esinti yüzüme vuruyor.
Yazları, sıcağı ve güneşi neden sevdiğimi anlıyorum. Mükemmelliğin tasfirimden uzak olduğunu farkediyorum. Bir yudum soğuk su içiyorum yanımda getirdiğim o topraktan yapılma kaptan. Gökyüzüne doğru bir bakış atıyorum. Çekebildiğim kadar hava çekiyorum içime. Bu havayı vermek istemiyorum. Mümkün olmadığını biliyorum ama içimden çıkmasını istemiyorum. Çocukluğumda küçük olan şimdi dalları etrafı sarmış dut ağacının altında elime bir avuç toprak alıyorum. Kokluyorum; taptaze ve en güzel kahverengiye boyanmış. Elimden azar azar bırakıyorum yere.
Arabaya biniyoruz ve sırtımızı dönüp ayrılıyoruz hayata başaldığım yerden. Yeniden başlıyormuşum gibi. İçimde doyurulmamış dönüş arzusundan kaynaklanan bir keder... Uzaklaşıyorum senden ve sana ne olacağını bilmiyorum. Bir daha seni görebilecek miyim? Geldiğimde sen nasıl olacaksın? Annem hatıralarını anlatıyor. Annemin canlılığına hayran kalmamak mümkün değil.
İkindi vakti artık,akşama doğru usulca yaklaşıyoruz. Hayatımızın bir sayfasını bir daha geri almamak üzere çevirmek üzereyiz. Nehirden geçiyoruz gene, çocuk sayısı artmış. Gün tıpkı nehrin suyu gibi akıp gidiyor. Önce gürültülü sonra sessiz ve yavaşça. Akıp giden günler yine yeşerir mi? Bir başka baharda belki.'Öte dünya' diyorum kendi kendime. Evet bir umut kaplıyor beni ve sevinç hissediyorum her zerremde ve milim milim.
Bunlar bundan yedi gün önceydi. Şimdi ise Antalya'da deniz kenarında bir kafede yalnız oturuyorum. Dalgalar beni akşam sahiline azar azar taşıyor gibi. Güneş tam batma anında. Yarısı görünüyor burda diğer yarısıda köyümün üstünde. Meyve suyunu derince içime çekiyorum. Köyde/evimde çektiğim havanın yerine. Üfül üfül rüzgar esiyor. İçimde bir rahatlık, yüzümde içten bir gülümseme, günün bitimine dalıyorum.....
resim1 resim2 resim3
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder